Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail yönetiminin Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yerin Türkiye toprakları olacağını söyledi.
İsrail’in uzun vadeli stratejileri ve bölgedeki dengeler hakkında önemli değerlendirmelerde bulunan Siyaset Bilimci Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, İsrail’in başlangıcından bugüne değişmeyen büyük stratejisinin vadedilmiş toprakların tamamını veya büyük kısmını ele geçirerek, eski İsrail Krallığının hüküm sürmüş olduğu topraklarda büyük İsrail devletini oluşturmak olduğunu vurguladı.
Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “Vadedilmiş topraklar, Türkiye’nin güneyindeki Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi vilayetlerin bir kısmını da kapsamaktadır.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, İsrail’in uzun vadeli stratejileri ve bölgedeki dengeler hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu.
“Vadedilmiş topraklar” Türkiye’nin güneyindeki bazı illeri de kapsıyor!
Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, İsrail’in başlangıcından bugüne değişmeyen büyük stratejisinin vadedilmiş toprakların tamamını veya büyük kısmını ele geçirerek, eski İsrail Krallığının hüküm sürmüş olduğu topraklarda büyük İsrail devletini oluşturmak olduğunu belirterek, “Vadedilmiş topraklar, Türkiye’nin güneyindeki Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi vilayetlerin bir kısmını da kapsamaktadır. İsrail’in sadece kendi ekonomik ve askeri gücüyle bu hedefi gerçekleştirmesi mümkün olmadığından başta ABD olmak üzere, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi batılı güçler İsrail’e destek vermektedirler.” dedi.
“Arap Baharı” İsrail’in elini kolaylaştırdı mı?
Arap Baharı olarak dünyaya lanse edilen projenin asıl maksadının da İsrail’in vadedilmiş toprakları ele geçirmesini kolaylaştırmak için İsrail ordusunun karşısına çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmak ve tabiri caizse bölgeyi yumuşatarak askeri harekatın hızlı ve minimum zayiatla gerçekleştirilmesi için gerekli ortamı hazırlamak olduğunu da anlatan Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, şöyle devam etti:
“Bu maksatla, El Kaide, DEAŞ gibi sözde İslami, özde emperyalizimin maşası terör örgütleri kurulmuş, PKK ve onun Suriye’deki uzantısı olan PYD terör örgütüne ABD tarafından her türlü mali yardım ile silah, mühimmat ve teçhizat desteği sağlanmıştır. Sonuç itibarıyla, Irak’ta 1.5 milyon, Suriye’de ise 1 milyona yakın masum sivil katledilmiş, özellikle Suriye’de 8-10 milyon insanın evlerini terk ederek başka ülkelere kaçması sağlanmış, böylece Suriye toprakları İsrail işgali için elverişli hale getirilmiştir. Yakın gelecekte olması muhtemel bir İsrail saldırısının aynı Batılı güçler tarafından desteklenmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu büyük taarruzdan önce, planlanan senaryo gereği Gazze ve Batı Şeria tamamen etkisiz kılınarak kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.”
Hasan Nasrallah’ın ölümü Ortadoğu’daki dengeleri nasıl etkiler?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesinin, İran’ın savaşa girmemek için ortaya sürdüğü gerekçeleri geçersiz kıldığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “İran’ın misilleme yapmaması durumunda, Tahran’ın bölgedeki güvenilirliği ve konumu büyük ölçüde zedelenebilirdi. İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesine karşılık İran’ın misilleme yapmamasının sebebinin, ABD ve Batılı devletlerin Gazze’de kalıcı bir ateşkes sağlanacağına dair verdikleri sözler olduğunu; ancak bu sözlerini tutmadıklarını ifade etmiştir. Kırılan onurunu kurtarmak için İran İsrail’e 200’den fazla balistik füze ile saldırmıştır. Ancak, İran’ın İsrail’e yönelik doğrudan saldırılarının sürekli olmayacağı ve İsrail ile daha büyük çaplı bir savaşa girmekten kaçınacağı öngörülmektedir.” şeklinde konuştu.
ABD savaşa dahil olabilir
İran’ın, füze saldırıları sonrası, John Biden başkanlığında acil güvenlik toplantısı yapan ABD’nin savaşa dahil olabileceğini de dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “İran, ABD ve Batı’yla ilişkileri düzeltmeye çalışmaktadır. İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Batı ülkelerine ‘nükleer anlaşmayı tekrar canlandırmaya hazır olduklarını’ söylemiştir.” dedi.
Suriye, İsrail ile Lübnan arasındaki savaşa müdahil olmayacak…
“Hizbullah, Lübnan’ın birliğini sağlayan ve onu dış güçlere ve özellikle İsrail’e karşı koruyan en önemli silahlı güçtür ve Lübnan ordusundan daha güçlü bir pozisyona sahiptir.” diyen Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, şöyle devam etti:
“Hizbullah Lübnan içinde gelişmiş bir örgüttür. Örgüte İran’ın desteği oldukça önemlidir. İsrail’in suikast saldırıları ile Hizbullah’ın üst kademesinin neredeyse tamamı ortadan kaldırılmıştır. Her ne kadar Hizbullah sözcüleri direnişi sürdüreceklerini beyan etseler de şimdiye kadar İsrail’e karşı yapmış oldukları saldırı ve eylemlerde çok fazla etkili oldukları söylenemez. Nasrallah’ın ölümü İran’ın bölgesel nüfuzunun yoğun baskı altında olduğu bir dönemde olmuştur. Hem İran hem de Lübnan büyük bir ekonomik baskı altındadır. Esad rejimi Arap dünyası ile yeniden bütünleşmeye çalışmaktadır. Bu koşullar altında, Suriye’nin İsrail ile Lübnan arasındaki savaşa müdahil olmayacağı değerlendirilebilir.”
Hizbullah’ın Arap ülkelerinden destek alması…
Arap Baharı ve Suriye’deki çatışmaların, Sunni Arap halkları gözünde, Nasrallah’ı bölücü ve mezhepçi bir figüre dönüştürdüğünü, Suriye’deki kanlı iç savaşta Hizbullah’ın Esad’ı desteklemesi, Irak ile Yemen’deki mezhep çatışmalarına müdahil olmasının, Nasrallah’ın imajını olumsuz etkilediğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “Bir zamanlar Arap birliğinin simgesi iken, mezhep savaşının bir aracı olmuş ve başta Suriye’de olmak üzere birçok Sunni Arap ülkesinde halkın öfkelenmesine yol açmıştır. Bu durum, Hizbullah’ın Arap ülkelerinden destek almasını zorlaştırmaktadır.” diye konuştu.
Nasrallah’ın ölümü Lübnan’ın iç siyasetine nasıl yansır?
Hizbullah’ın Lübnan içinde gelişmiş bir örgüt olduğunu ve Lübnan’ın birliğini sağlayan, onu dış güçlere ve özellikle İsrail’e karşı koruyan en önemli silahlı güç olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, şu değerlendirmede bulundu:
“Nasrallah’ın ölümünün, Lübnan içinde bazı önemli yansımaları olabilir. Çünkü, Lübnan’da Nasrallah’ın onayı olmadan cumhurbaşkanını seçmek, hükümeti kurmak ve siyasi bir karar almak mümkün değildi. Dolayısıyla, Nasrallah’ın ölümü Hizbullah’ın Lübnan’ı İran eksenine çekme çabalarını olumsuz etkileyebilir ve Lübnan iç siyasetinde ve Hizbullah’ın politika ve stratejilerinde birtakım değişimlere yol açabilir. İsrail, suikast saldırıları ile Hizbullah’ın üst kademesinin neredeyse tamamının ortadan kaldırdı. Lübnan’da iç siyasi dengeler, Hizbullah’ın güç kaybetmesine paralel olarak, ABD ve Suudi Arabistan’ın da etkisiyle İsrail’in çıkarlarına uygun olarak yeniden şekillenebilir. Çünkü Lübnan halkı uzun yıllardır süren şiddet ortamından ve ekonomik problemlerden dolayı iyice bunalmış durumdadır. Nasrallah’ın ölümü, Lübnan’da Hizbullah’ın alt yapısını ve tabanını zayıflatmayı hedefleyen önemli etkiler doğurabilir. Hizbullah, daha ılımlı politikalara yönelebilir ve Lübnan hükümetinin tüm topraklarında egemenliğini sağlaması için uzlaşma arayışına girebilir.”
İran’ın Nasrallah’ın ölümü karşısındaki stratejisi nasıl şekillenir?
İran’ın bugüne kadar, Hizbullah ve onun lideri Nasrallah vasıtasıyla bölgede nüfuzunu genişlettiğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “Nasrallah’ın ölümü, İran’ın bölgesel stratejisinin merkezinde yer alan istikrar sağlayıcı bir gücün kaybı anlamına gelmektedir. Nasrallah’ın yerine geçecek kişinin İran’ın bölgesel stratejisi kapsamında, İran tarafından kabul görmesi gerekmektedir. Nasrallah ile kıyaslanabilecek kadar istisnai bir kişiliğin ortaya çıkması uzun zaman alabilir. Bugün itibarıyla, Nasrallah’ın yerine geçmesi en muhtemel kişi olarak görülen Seyyid Haşim Seyfeddin, 32 yıldır Hizbullah’ı yöneten Nasrallah’ın kuzenidir. Mevcut koşullar altında, İran’ın Hizbullah’a olan silah ve teçhizat desteğini etkin bir şekilde sürdürebilmesi şüphelidir. Bu durum, Hizbullah’ın İsrail ile mücadelesini olumsuz etkileyebilir. Bu durumda, İran’ın desteklediği Irak, Suriye ve Yemen’deki milisler, ellerinde mevcut füze ve drone’lar ile İsrail’e ve bölgedeki ABD hedeflerine karşı saldırılar yapabilir.” şeklinde konuştu.
“Vadedilmiş topraklar” İran’ı kapsamıyor
İsrail’in ele geçirmeyi hedeflediği vadedilmiş toprakların İran’ı kapsamadığı, bu tür haritaların da manipülatif olduğunun düşünüldüğünü ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “İsrail’in İran’a karşı hasmane bir politika yürütmesinin veya İran’ın İsrail’e karşı bir savaş açmasının rasyonel bir dayanağı bulunmamaktadır. İran-İsrail çatışmaları genellikle karşılıklı füze saldırıları ve suikastlar şeklinde gelişse de bu durumların her iki ülkenin iç politikalarında meşruiyet kazanmak amacıyla kurgulandığı değerlendirilmektedir. İsrail, temel hedef olarak, etrafında temel tehdit odakları olarak gördüğü Hamas ve Hizbullah gibi oluşumları bertaraf etmeyi amaçlamaktadır. İran ise, başlangıçta ülkenin ileriden savunması için muhtemel tehditleri uzaktan etkisiz kılmak ve Sünni İslam devletlerine karşı jeopolitik avantaj sağlamayı amaçlamaktaydı.” dedi.
Nasrallah’ın ölümü, İsrail’in askeri stratejisini ve siyasetini nasıl etkiler?
İsrail’in suikast saldırıları ile Hizbullah’ın üst kademesinin neredeyse tamamının ortadan kaldırıldığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, şöyle devam etti:
“Her ne kadar Hizbullah sözcüleri direnişi sürdüreceklerini beyan etseler de şimdiye kadar İsrail’e karşı yapmış oldukları saldırı ve eylemlerde çok fazla etkili oldukları söylenemez. Nasrallah’ın ölümü İsrail’in elini güçlendirmiş olup, ABD’nin silah ve mühimmat desteği ile Lübnan’a yönelik saldırılarını artırarak sürdüreceği ve Litani ırmağına kadar Güney Lübnan’ı işgal edeceği değerlendirilmektedir. Litani ırmağı, kuzeyden Hizbullah’ın muhtemel saldırılarına karşı doğal bir coğrafi engel ve savunma hattı teşkil etmektedir. Bu hatta ulaştıktan sonra İsrail yeni bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra iki istikamette kuzeye doğru taarruz stratejisini uygulamaya koyabilir. Birinci istikamet olarak, yeterli hazırlık ve yığınaklanmaya müteakip, kuzeye doğru taarruza devam ederek Lübnan’ın tamamını işgal etmektir. Lübnan oldukça sarp ve dağlık bir coğrafyaya sahiptir ve Litani nehrinin kuzeyine doğru yapılacak geniş çaplı bir kara harekatının İsrail ordusunun çok büyük kayıplar vermesine ve tümüyle başarısız olmasına neden olacağı değerlendirilmektedir. Bu nedenle, İsrail’in karadan taarruzla Lübnan’ın tümünü işgal etmeyi tercih etmeyeceği ve Lübnan’daki hedefleri karadan ve havadan ateşle imha etmek ve baskı altında tutmayı tercih edeceği değerlendirilmektedir.”
Fırat nehrine kadar olan Suriye topraklarının ele geçirilmesi planı…
İkinci istikamet olarak, Golan Tepeleri üzerinden Şam şehrinin doğusundan süratli bir kara taarruzu ile Fırat Nehrine kadar olan Suriye topraklarını işgal etmenin olduğunu da ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “Ardından ABD desteğindeki PYD terör örgütü ile irtibatı sağlamaktır. Bu istikametteki muhtemel direnç noktaları, Suriye’deki iç savaş sürecinde, ABD tarafından DEAŞ ve benzeri terör örgütleri kullanılarak, İsrail’in taarruzları için elverişli hale getirilmiştir. Dolayasıyla bu istikamette önemli bir dirençle karşılaşılmayacağı değerlendirilmektedir. En önemlisi, İsrail’in temel hedefi olan vadedilmiş topraklar, yani Fırat nehrine kadar olan Suriye toprakları ele geçirilmiş ve böylece dini ve siyasi hedeflere ulaşılmış olacaktır.”
ABD ve diğer büyük güçlerin bölgedeki stratejileri ne?
ABD ile Fransa, İngiltere, Almanya gibi önemli batılı ülkelerde, para piyasalarının Yahudi iş adamlarının kontrolü altında ve siyasi karar alma organları olan hükümetler üzerinde çok etkili olduklarını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Fehmi Ağca, “ABD, küresel hegemonyasını sürdürmek için diğer batılı güçlerin desteği ile, tüm dünyanın enerji ve ulaşım merkezi olan Ortadoğu coğrafyasını kontrolünde tutmaya devam etmek istemektedir. Bu nedenle, İsrail’in varlığını ve uygulamakta olduğu askeri ve siyasi politikalarını kayıtsız şartsız desteklemeye devam edecekleri değerlendirilmektedir. Diğer küresel güçlerden Rusya’nın Ukrayna Savaşı nedeniyle, bölgedeki etkisinin sınırlı kalacağı değerlendirilmektedir. Diğer yandan Rusya ekonomisinde Yahudi iş adamlarının önemli yeri vardır. Rusya ile İsrail arasında adeta zımni bir uzlaşma olduğu söylenebilir. Rusya’nın Suriye’deki Tartus Askeri Üssü civarına yapılan İsrail’in saldırılarına bile sessiz kalması bunu doğrulamaktadır. Çin İran’ı desteklemekle beraber, askeri ve siyasi stratejilerini Tayvan üzerine yoğunlaştırmaktadır. Sonuç itibarıyla, bu ülkelerin takip etmekte olduğu politikaların İsrail’in saldırgan ve işgalci tutumunu önlemek için yeterli olmayacağı değerlendirilmektedir.” şeklinde sözlerini tamamladı.